BİR ŞARKI BİR NEHİR ve BİR KADIN: SYLVIE'NİN ŞARKISI [Günay Tulun]

Geçmişte bir gün, tüm Türkiye radyolarına bir şarkı düşer. 
Bir dönem, gençliğin göz bebeği olan bir şarkıcının; o müthiş günlerinin sonlarına doğru söylediği güzel bir şarkı... 
Hemen hemen duyan herkes benimser onu. 
Birincide olmazsa ikincide, ikincide olmazsa mutlaka üçüncüde… 

Türkiye’deki plak satışları da bayağı yüksektir.
Hiç düşmeyecekmiş gibi, geniş kitlelerin dilindedir artık. Türk müziğinden başkasını çalmamaya yeminli pikaplardan bile taşar o ses… Fransızca söylenmiştir, ama bizden bir türkü gibidir. Hüzün doludur. 
Fransızca bilmeden dinleyenlerde bile bir özlem, bir kavuşma arzusu yaratır.

Yetmez!
Ayten Alpman, Suna Artun Poyraz ve Ajda Pekkan tarafından değişik başlıklar altında okunur. Ayten Alpman, “Sen Artık Beni Düşünme” der; Suna Artun Poyraz, “Sevgilim Nerdesin?” diye sorar; Ajda Pekkan, “Ay Doğarken” diye anlatır.

Şarkının Türkçesine söz yazanların da şarkıyı yorumlayanların da aklına gelmez şu: La Maritza neyin nesidir? İn midir cin midir?
İn, cin değilse nedir?

Üstelik, Türkçe yorumlar için yazılmış sözler ve hepsi ayrı birer değer olmasına rağmen yapılan sanatçı seçimi, "şarkının orijinalindeki buğulu sesin; eserin melodik yapısıyla kaynaşarak insanın içine saldığı hüznü" yansıtamaz. Yansıtamadığı için de tüm Türkçe plaklar başarısız olur.

Dinlerken hemen fark edilir. Şarkı, epik karakterlidir.Memleket sevgisini, memleket özlemini haykırır.
Şarkı Sylvieleşmiş, Sylvie'nin sesiyle kaynaşmıştır.

Sylvie’nin şarkısıdır artık o…
Sylvie’nin…

Lirizmle birleşmiş coşkulu bir duygusallıkla yürekleri dağlar.
Az önce söylediğim gibi epik, yani destansı bir haykırıştır.
Bildiğimiz türden haykırış değil tabii...
Duygusal, yumuşacık; ama girdiği özlem dolu yürekleri kasıp kavuran bir haykırıştır o... Vatan hasreti çekenlerin duygularını, anılarını birbirine bağlar. “La Maritza”dır o... 
Tam olarak söylemek gerekirse Sylvie Vartan seslendirmektedir ve herkes onun yorumuyla sevmiştir Maritza’yı…

“Maritza ırmağımdır benim
Senin olduğu gibi, Seine’in…
Şimdi onu hatırlayan
Kalmadı babamdan başka,
Ama Maritza ırmağımdır benim 
Senin olduğu gibi Seine’in”... 

Seine Fransızlarındır ve Sylvie’de kökleri itibariyle olmasa dahi bir Fransızdır. Seine Nehri’nin kendisinin olmadığını, kendi nehrinin Maritza olduğunu ilan eder herkese; şarkısı da özgürlük ve özlem duygularıyla sürüp gider.

Fransızcayla haşır neşir olanlarımızın büyük çoğunluğu bile araştırmamış, tanımamıştır Maritza’yı… İşte o Maritza, bizim “Meriç”imizdir: Meriç Nehri!.. Bizim Meriç, bir zamanlar Türklerin cirit attığı Bulgaristan’da doğar. Orayı Maritza olarak kat eder.
Yunanistan’dan geçerken de Evros adını alır. 

Sylvie’de Maritza gibi Bulgaristan’da doğmuştur. 
Yedi sekiz yaşlarında olduğu bir gün, Bulgaristan’ı kaçar gibi terk etmek zorunda kalır ailesi… Fransa’ya sığınırlar. Vartanyan olan soyadları Vartan’a dönüşür.

Meriç’in; Bulgar, Yunan, Türk ülkelerine yaptığı üçlü yolculuk gibi Sylvie’nin hayatında da benzer bir üçleme vardır.
Annesi Macar, babası Ermeni asıllıdır.
Bunların yanında da Fransız vatandaşlığı... 

Her Ermeni’ye aşılandığı gibi Türklerle arasında onulmaz mesafeler vardır. Bence en ilginç olansa arasında mesafe olduğu Türklerle aynı genlere sahip olması… Annesi Macar, Macarlar Hun, Hunlarsa öz be öz Türk kavmidir.

Burada Fransızların ne olduğuna gelince…
Anadolu’ya girip, Türklere karşı maşa olarak Ermenileri kullanan, Ermeniler Türklerle Kürtlere karşı soykırım yaparken görmezden gelerek onaylayan; hâlâ aynı aymaz, ayılmaz tavırları sergileyen millettir Fransızlar. Öz tarihlerini bilemeyecek kadar da bilgi fukarasıdırlar. "Ermenileri kullanıp, Türklere soykırım yaptırdıkları" gerçeğini Türklerin uydurduğunu sanır ve oralı bile olmazlar.

Soykırım kuklacısı Fransa devleti, bir zamanlar kukla olarak oynattığı Ermenilerin kuklası durumuna düştüğünden, birbirleriyle sırt sırta vererek yaptıkları Türkiye aleyhtarı propagandalar, Fransa halkının Türkler hakkındaki her iftiraya gerçektir gözüyle bakışını pekiştirir.

Özetlersek, Fransızlar; saftaronluk konusunda önemli bir madendir.
Yalnız bu saftaronluk, hâlâ yanlış tarafta yer almaları nedeniyle eli kanlı dedelerinin suçlarına iştirak etmekte oldukları gerçeğini bastıramaz.

Dönelim Sylvie’ye…
O doğmadan çok çok önce, aynen kardeş sandıkları Ermeniler gibi, Bulgarlar tarafından da soykırıma uğratılan Türklerin, Sylvie’nin hayatına olumsuz hiçbir etkisi yoktur. Türklerin, ona hiçbir kötülüğü yoktur ama sanat hayatı; işgalci (!) ve kötü (!) Türklerin; zavallı (!), masum (!), çaresiz (!), cici (!) Bulgarlara ettiği eziyeti anlatan bir filmle başlar. Küçük bir kızı canlandırdığı filmde tabii ki bir Bulgar rolündedir.
Soykırımcı Ermenilerden çektiğimiz yetmiyormuş gibi bir de…

Olsun.
Biz, yine de çok severiz Sylvie’yi…
Meriç Nehri’nden söz eden o hüzünlü şarkıyı yorumlamış olması da katmerleştirir sevgimizi…

Nereden nereye... 
Maritza’dan Sylvie’ye, Sylvie’den şarkısına; oradan Meriç’e, Meriç’ten hayali soykırıma; o soykırımdan da Türklere yapılan gerçek soykırımlara…

İnsan bir şarkıyı anlatırken bile geçmişin aptallıklarına bulaşmaktan kurtulamıyor. Hele hele bu aptallık, birçok milletin ve yazımızda adları geçen Ermeni, Fransız, Yunan ve Bulgar’ın yaptığı gibi kanla ıslanan cinsten olursa… Toz ıslanınca çamur, çamursa soykırımcının kartviziti oluyor.

Aslında hepimiz barış içinde mutlulukla yaşayabiliriz. Yaşayabiliriz de bunu, şeytana piyon olmakta beis görmeyenlere anlatmak çok zor. Hem yapıp hem de "Ben değil, o yaptı!" yalanıysa insan kılıklı şeytanların rant kapısı…

Bulgar'ın ırmağıdır Maritza, 
Evros'sa komşu kapı Yunan'ın. 
Göz bebeğidir Türklerin, Meriç! 
Adem'in torunları anlasa, bilse bunu 
O topraklarda kavga olur muydu hiç? 



 Günay Tulun 

*bk: Kutsal Roma-Cermen İmparatoru Şarlken ile Fransa
Kralı François I ve sonrasında Henri II dönemleri… 


 Bu yazının da dâhil olduğu “Bir Şarkı ve Öyküsü” serisi, 
YAZARLAR ve OZANLAR GRUBU yazarlarından 
Sayın İdil Tulunoğlu‘nun radyo için hazırladığı “Şarkılar ve Öyküleri” ile 
Bir Şarkı Bir Öykü“ adlı programlar için yazılmıştır.
* * * * *