"Raskolnikov yeni giysilerini giydikten sonra masanın üstündeki paralara baktı. Bir an düşündükten sonra alıp cebine koydu onları. Hepsi 25 rubleydi. Usulca kaldırdı kapının çengelini, merdivenleri inmeye başladı. Bir dakika sonra sokaktaydı. Güneş batmak üzereydi. Eski alışkanlığıyla, dolaşmaya çıktığı zamanlar yaptığı gibi doğrudan saman pazarına yönelmişti.”
Geçenlerde radyo dinlerken; Boğaziçi Üniversitesi, Görme Engelliler Teknoloji Laboratuvarı (GETEM) ve Türk Telekom işbirliği ile hayata geçirilen sosyal sorumluluk projesinin tanıtımına rastladım. Görme engelli vatandaşlarımız için, yüzlerce romana ses vermişler. Türkiye’de ilk kez, sesli kütüphaneyi hayata geçirmişler.
Girişimin mükemmelliği karşısında susup kalıyor insan.
Eğer iyi bir radyo dinleyicisiyseniz mutlaka duymuşsunuzdur bu olayı. Dostoyevski’nin Suç ve Ceza’sından alıntıyla tanıtılıyor proje.
Tanıtımı dinlerken, aniden çocukluğuma gittim. Çocukken dinlediğim radyo oyunlarını çağrıştırmıştı bana. "Ne güzel dinlerdik, zevkle!" diye düşünürken, artık hakkında konuşan hiçbir kişiye rastlamadığımı fark ettim.
Ben 80’lerin çocuğu, 90’ların genci olarak, radyonun tahtını televizyona devrettiği dönemde büyüdüm. Bir nevi geçiş yıllarında... Öyle olmasına rağmen, çocukluğumdan kalan anılarımda, radyo dinlemenin en zevkli yanının “Radyo Oyunları” olduğunu hatırlıyorum.
Ben bahsettiğimde soruyorlar:
"Sahi, hâlâ var mı radyo oyunları?"
Var var da neredeyse yok denecek kadar az.
TRT'nin gayretiyle sürüyor gibi. O da tek tük.
Soruyu soranlar hükmü de açıklıyorlar:
"Yanılmayasın, ben hiç rastlamadım."
İlk çıkış zamanı bilinmese de II. Dünya Savaşı’nda yaygınlaşmaya başlayan, ilginç bir öyküsü var "Radyo Tiyatrosu"nun.
Savaş yıllarında, sığınakların tepelerine bombalar yağarken, insanların dış dünyayla tek bağlantıları radyolarıymış. O dönem savaşın bitmesini bekleyenler için tasarlanmış radyo oyunları. Öyle başarılıymış ki; H.G. Wells’in, Marslıların Dünya’yı işgal etmesini işlediği "Dünyalar Savaşı" adlı eserini, radyo tiyatrosuna uyarlayan Orson Welles, o kadar gerçekçi bir oyun sunmuş ki, ilk dinlendiğinde Amerika Birleşik Devletlerinde bir panik etkisi yaratmış.
Halk oyunu gerçek sanmış.
Türkiye’deki ilk radyo tiyatrosu örneklerini 1950’lerde İstanbul Radyosu başlatmış. Böylelikle ülkemizde de çok sevilip altın çağını yaşamaya başlamış... Hatta daha sonraki yıllarda, ileride bir klasiğe dönüşecek olan "Arkası Yarın" kuşakları, dinleyicileri radyonun başına çekmiş.
Geçenlerde de yazmıştım.
Radyonun bir güzelliği var; dinleyicisini alıkoymaz yaptığı işten.
Meşgalesi ne olursa olsun üretimine sekte vurmaz.
İlgisini dağıtmaz, konsantrasyonunu bozmaz.
Radyo tiyatrosununsa insan üzerinde daha farklı bir etkisi vardır.
Dinleyenini büyüler. Kişiyi; canlı, görsel bir tiyatro oyunundaymış gibi içine çeker. Ses efektlerinin yanı sıra, muhteşem betimlemeler yaparak, anlatılanları dinleyicinin tasavvur etmesini sağlar. Hayal gücünün gelişmesine ciddi anlamda yardımcı olur. Yaratıcılığını ve hatta zekâsını geliştirir.
Kolay iş değildir tiyatro oyunu yazmak, seslendirmeyle bir karaktere can vermek. Meşakkatli ancak keyifli bir konu... Konu da nesi, benim için dört dörtlük bir sanat dalı.
Keyifli yanının dışında; sunduğu bilgilerle, edebî katkısı yadsınacak gibi değil. Günümüzde yok olmaya yüz tutması büyük ve üzücü bir kayıptır bence...
TRT’nin elinde geçmişten günümüze dek yayınlanmış eski oyunlardan çok zengin bir arşiv var. "Arkası Yarın" geleneğini de hâlen sürdürmekte. Bu çaba gerçekten de takdire layık. Sözünü ettiğim arşivleri de yayına açsalar, o eski oyunlar tekrar yayınlansa radyo tiyatroculuğunun canlanması açısından yararlı olmaz mı?
Eski sanatçıların güçlü oyunlarını dinlesek, yeni kuşak tiyatrocular bunlardan yararlansa...
İnanıyorum ki, yalnız radyo tiyatroculuğunun değil, çocuklarımızın da yararına olur bu iş...
Radyo tiyatrosunu kitaba benzetirim.
İnsanın hayal edebilme yetenekleriyle oynar. Onu güçlendirir. Çağımızda, özellikle kentlerde yaşayan insanların buna ihtiyacı var. Görsel enstrümanların zorlayıcı yönlendirmesi sonucu hayallerimiz bile tekdüzeleşti. Hayatı şu ya da bu yönetmenin gözünden görüyor, bilmem hangi senaristin kalem izinde yaşıyoruz. Oysa özgürce hayal etmek, insanın önünde yeni ufuklar açar.
İnsanla da sınırlı kalmaz bu...
İnsanlığın desem iddialı mı olurum?
İdil Tulun
İlk Yayın Tarihi: 5 Nisan 2012
*****
EDİTÖRÜN ÖZEL NOTU: Kendileri açıkça hakkını teslim ederek itiraf etmeseler de biz biliyoruz ki, Yazarımız Sayın İdil Tulun'un çok okunan bu yazısı, bazı ünlü "stand-up"çıların radyoya yönelerek o güne dek yapılanlardan farklı programlar yapmasına ve Fyodor Mihailoviç Dostoyevski'nin "Suç ve Ceza" romanının Türkiye'de yeniden gündeme gelerek kitapçı vitrinlerini süslemesine, TV şovlarında kullanılmasına neden olmuştur.
*****