KAMUFLAJIN BÖYLESİ [İdil Tulun]

.
Hayatımızın büyük kısmını; televizyon karşısında, dizilerle geçiriyoruz.
Dizilere göre hareket ediyor, yemek saatlerini dizilere göre ayarlıyor, toplantıları dizilere göre düzenliyoruz. Yayın saatlerinde telefonlarını kapatanlar bile var.

Hepimiz dizi hastası olduk!
Olduk da bir türlü itiraf edemiyoruz. 


İşte bu noktada; izleyici kitlesini, “izleyenler” ve izlediğini gizleyip “Ben dizi mizi izlemem, televizyonu açmam gerekirse yalnız belgesel ve sanat programlarını izlerim.”ciler olarak iki gruba ayırmak gerek. 

Bu ikinci grubun davranışı oldukça tuhaf. "İzle, kimse çakmasın"la başlayan kural kitapçıkları bile var. Nedendir bilinmez. Bir yadsıma, hatta eziklik içindeler sanki… 

Sabah çiçekleri, sabah böcekleri, sabah kelebekleri” gibi gün ışımadan başlayan programları takip için televizyon başına geçip de “Ben televizyon izlemem!demek nasıl iş? 

Aynı numara diziler için de geçerli. İnsanın, “Bize de mi lolo?” diyesi geliyor.
Karizma zedelenmesin diye; ellerindeki kumandayla tetikte bekleyen bu grup mensuplarının, odaya biri girince;
- “Yok yok, zap yapıyordum da gözüm takıldı.”,
- “Devamlı takip etmiyorum da rastlarsam arada bir bakıyorum.”,
- “İzleyecek güzel şey yoktu. Ben de oyalanayım dedim.”
gibi bahaneleri, “İkinci Dünya Savaşı”nın Londra uçaksavarları gibi salvoya hazır. 

Birinci gruptakiler, senaryoları kendi yaşamlarıyla özdeşleştirmiş durumda. Gerçekle hayali birbirine karıştırmış gibiler.
En azından “şüpheleniyorum” desem... 

Nasıl mı?
Ünlü bir dizinin ünlü karakterlerinden “Çakır”ın ölmesi üzerine, gazeteye ölüm ilanı verip ardından helva kavurup dağıtanlar, vahim durumun göstergesi değilse ne?
Dizideki oyuncuyu gerçek hayatta görünce dizideki ismiyle seslenen, dizinin kötü karakterini gördüğünde “Utanmıyor musun evli barklı insanla görüşmeye…” diye haykıranlara ne demeli? 
Ekonomik kriz, yeni bir canlı türünün de ortaya çıkmasını sağladı. Hani en başta “izleyenler”, az önce de “şüpheli”ler demiştim ya, işte onların evrim geçirmiş hâlini söylüyorum. Parasızlıktan eve saplanmış, koltuğun etrafında plankton hayatı yaşayan canlı türüdür bunlar.
“Ne yapsınlar?” diye anket yapacaktım ama daha ben davranmadan onlar çare bulmuşlar.
Eminim siz de onların yanında biraz fazla kalsanız:
- “Haftada altı, yedi dizi izliyorum. Her güne bir tane, şekerim.“
diye gerine gerine konuşurken bulursunuz kendinizi.
Geçen gün televizyonda, “Ben her diziyi izliyorum, Sabah kaçanı akşam, akşam kaçanı gece, gece kaçanı sabaha karşı…” demez mi biri.
Baktım baktım ve karar verdim.
- “Bu krizzede kardeşimiz evrimin en üst halkası olarak tescil edile!..”
Ee, ne de olsa serde hanedandan olup talimat yağdırmak da var. 

Sonuç şu:
Diziler hayatlarımızı yönlendiriyor. Dizi kahramanları gibi giyiniyor, senaristlerin onlara söylettiği saçma sapan kelimelerle konuşup güzel Türkçemizi çorba etmeye uğraşıyoruz. Sanal hayatlara özeniyor, onları benimsiyor, ilişkilerimizde onlar gibi davranıyoruz.
- "Ay Bihter nasıl kıvırdı lafı, gördün mü?"
- "Behlül de iyi cevap verdi ama ..."
diye anlatırken sanki dizi oyuncularından değil de yanı başımızda gerçekleşen bir diyalogdan bahseder gibi oturup kritik yapıyoruz. 

Diziler; sigara, alkol gibi…
Ben değil, psikologlar söylüyor. Gerçekten de bağımlılık yapıp tutsaklarını olumsuz etkiliyor.
Diziden diziye koşan seyircinin, sosyal çevreyle iletişim kurmasına engel oluyor. Aynı ev içindeki bireylerin farklı televizyonlardan izlediği diziler, aile içi kopukluğu körüklüyor.
“Ben dizi mizi izlemem”ciler de farkındalar bunun. O yüzden kamuflaj peşindeler.
Çevremdekilerden biliyorum: Ne kadar kamuflaj yapsalar boş. Çorak araziye çıkınca sırıtıyorlar. Diziler onları da fena vurmuş. Diğerlerinden tek farkları, havaları… 

Aziz dostlar, bugün "Adı Lazım Değil Kanalı"nda yeni bir dizi başlıyor.
Fragmanını gördüm. Kadın öyle zengin öyle zengindi ki...
Adam mı? Onu anlayamadım. Fragmanın başından sonuna kadar sokaklarda koşturup durdu. Atletizm yarışında mıydı ne?

Şimdi de ciddi bir haber...
TRT’de başlayacak diziyi not alın bir yana.
Karda kışda, dağlarda çekiliyor. Adı, Sakarya Fırat... Günümüzün en önemli konusunu, vatan kahramanlarının iç ve dış dünyalarını anlatıyor.
Yapım Osman Sınav'ın...
Kendisi de dahil birkaç yönetmen ve kalabalık bir kadro çalışıyor şu anda.
Kadro dedimse o kelimeyi ağzınızda büyüterek okumanızı dilerim. Çünkü filmlerin gerçek kahramanlarıdır onlar. Çoğu zaman birkaç saatlik uykuyla o zor sahneleri çekerler. Üç gün hiç uyumadan, hayalete dönünceye kadar çalıştıkları da olur. Onlarsız hiçbir iş görülemez ama filmleri izlerken bu olgu akıllara gelmez. Bunlardan bir kısmı iki, üç üniversite bitirmiştir. Yine de elifi görse mertek sanacak kadar cahil oyuncuların kaprisli zavallılıklarına işlerinin onuru gereği tahammül ederler. Neredeyse tüm yaşamlarını setlerde geçirirler de adlarını bile bilmeyiz. Yapımın sonunda ya hızla geçer o adlar ya da haddini bilmez TV kanalları yayınlamayı külfet sayar da o gerçek kahramanların adları, ekrana yansıtılmadan bitirilir filmler.
Kimden mi söz ediyorum? Kimden olacak ki?
Kiminin set işçisi kiminin set çalışanı olarak adlandırdığı uz kişilerdir dediğim.

Tüm bunlardan haberiniz var mıydı?
Bugüne kadar yoksa da oldu artık.
Dilerim her film izleyişinizde bir kezcik de olsa düşünürsünüz onları...






İdil Tulun